Aslında her şey partili Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir gece ansızın “ İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesiyle başladı.
ABD seçimlerinden hemen sonra Biden’dan beklediği telefon bir türlü gelmeyen, ekonomide damat krizi ve iktidar ortağıyla da sorunlar yaşayan Erdoğan ziyaretlerini sıklaştırdı. Fakat ziyaretlerinden en dikkat çekici olanı Saadet Partili YİK Başkanı Oğuzhan Asiltürk’e yaptığıydı.
Peki, neydi ve kimdi bu YİK Başkanı ?
Saadet Partisi Necmettin Erbakan’ın vefatından sonra oldukça karıştı. Tarih 6 Mart 2011. Milli Gazetede “ Oğuzhan Asiltürk Yüksek İstişare Kurulu Başkanı oldu” haberi yer aldı. Bu haber üzerine 7 Mart 2011’de Asiltürk’e asla yanıt alamadıkları bir mektup iletildi ve mektupta şu ifadelere yer verildi.
“Hocamızın belirlediği kurul tüzüğe uygun olarak sizi başkan seçmiş değildir. Hal böyle iken başkanını genel idare kurulu tarafından seçilmiş olduğu yorumu davamızın birlik ve beraberliğini zedeleyeceği endişesini taşımaktayız. Bu sebeple yapılan bu yanlışlığın düzeltilmesi için gerekenleri yapmanızı talep ediyoruz. Cenabı haktan davamıza en büyük başarılar lütfetmesi dualarımızla.”
Mektubu imzalayanlar: Recai Kutan, Ahmet Tekdal, Fehim Adak, Şevket Kazan ve bugün partinin genel başkanlık koltuğunda oturan Temel Karamollaoğlu.
Bunu neden mi hatırlattım? Erdoğan neden ilk Oğuzhan Asiltürk’e gitti ve Oğuzhan Asiltürk parti için kim bir ipucu versin diye .
Bu ziyaretin hemen ardına “Erdoğan Milli Görüşe geri mi dönüyor ? “ sorusu sorulmaya başlandı ki hemen ardına AKP İstanbul İl Başkanlığına getirilen isim olan Kabaktepe ile bu öngörü partili cumhurbaşkanı tarafından bir nebze doğrulanmış oldu.
Burada asıl konu şu . Erdoğan’ın ziyareti sonrası Oğuzhan Asıltürk katıldığı bir TV programında görüşmeleriyle ilgili bir başlık verdi ki gündemin en sıcak konu başlıklarından biriydi. İstanbul Sözleşmesi. Kadınlar tartışmaya açıldığı günden bu yana eylemler yapar ve toplumda kadına karşı işlenen suçlar ve aile içi şiddet vakaları pandemi dönemiyle tırmanışa geçmişken uygulamaya koymak yerine kaldırmak da neyin nesiydi?
Oğuzhan Asiltürk “Erdoğan kesin olarak kaldıracağını ifade etti “ dedi. Tarih 27 Ocak 2021.
Peki ne mi oldu? Türkiye bir gece ansızın cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. Mümkün müydü böyle bir şey, yani Cumhurbaşkanı kararı ile çıkılabiliyor muydu böyle sözleşmelerden?
Meclis Başkanı Mustafa Şentop’a göre “evet !” çıkılabiliyordu. Hatta şahsım isterse bir gece de Montrö’den de çekilebiliyordu. İşte asıl olan bu açıklamalardan sonra oldu.
İstanbul Sözleşmesi Milli Görüş’e, AKP’nin oy tabanını oluşturan cemaatlere belki de “ılımlı İslam” diyemeyeceğimiz kesimlere seçim dönemi hızla yaklaşırken ödenmiş bir diyet oldu.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını tüm kurum ve özel kuruluşlar dahi yayınladıkları açıklamalarla kınadı. Türkiye’nin en büyük futbol takımlarından olan Fenerbahçe Spor kulübü de dâhil olmak üzere. Kulüp Başkanı olan Ali Koç bu riski nasıl aldı ben biliyorum ama sermaye bile “İstanbul Sözleşmesini Uygula” diyordu işte.
Gelelim bugün tartıştığımız Emekli Amiraller duyurusuna. Emekli Amiraller de tıpkı İstanbul Sözleşmesinde olduğu gibi Anayasal Hakları bir yana en iyi bildikleri alan olan denizler ve içri Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması hususunda bir basın ve kamuoyu duyurusu hazırladılar. Deyim yerindeyse asıl kıyamet bundan sonrasında koptu. Darbe nidaları atılır oldu ve içlerinden FETÖ kumpası ile hapis yatmış olanlar olmasına rağmen 6 yıl önce olduğu gibi bugün de FETÖ ile mücadele ettiğini söyleyen iktidar tarafından Darbeci suçlamasıyla karşı karşıya kalarak şafak baskını dediğimiz şekilde gözaltına alındılar. Oysa ne darbe çağrısı, ne de darbe iması vardı yayımlanan metinde.
Zamanlaması manidar mıydı, bilerek mi çekildiler bu kumpasın içine onu da duyuruyu yayımlayan yerlerden olan Zihni Çakır’dan öğrendik sayılır.
Halk Tv’de Barış Pehlivan’ın sizden önce bir başka yere servis edildi mi sorusuna “ benden önce kabineden akp’li bir bakan’a da gönderildiğini biliyorum “itirafı bence bu emekli amirallerin yine bir kumpasla karşı karşıya olduklarının en net kanıtıdır. Dün itibariyle ifadeleri alınmaya başlanan amirallerin gözaltı süreci boyunca FETÖ ve DHKP-C’den gözaltında tutulan insanlarla aynı yerde tutulması, dijital materyallerinin orijinallerine el konulması vb. tutum ve uygulamalar soruşturma sürecinin hiçte masumane işletilmeyeceğinin benim gözlemimle kanıtıdır. Çünkü bu “Şahsım Cumhuriyeti’nin yaptığı şahsi hamlelerden doğan yanlış politikalarını gölgelemek için yeni gündem ve toplumu kutuplaştırıcı eylem ve dâhil söylemlere ihtiyacı her geçen gün artmaktadır.
KANAL İSTANBUL DEĞİL KATAR İSTANBUL
Erdoğan’ın Kanal İstanbul ısrarını bilmeyenimiz yok. İstanbul’u kaybeden Erdoğan İmamoğlu’nu köşeye sıkıştırmak ve iktidarının yegâne kurucu ve koruyucusu olan rant ve talan düzenine bir yenisini ekleyebilmek adına “çatlasanız da, patlasanız da Kanal İstanbul’u yapacağız” diyordu. Akıllara tek soru düştü haliyle… Montrö’den çekilme planı Kanal İstanbul projesi için mi?
Neden kanal İstanbul ile bağlıyoruz bu hususu, ne alakası var diyenler için…
Kanal İstanbul Projesi’nin imar planlarında değişikliğe gidildi ve gazeteci Murat Ağırel Kanal İstanbul’a komşu arsaların nasıl “parsel parsel” ve kimlere satıldığını açık açık yazdı…
Evet, bu Montrö çıkışının Kanal İstanbul’la da bir ilgisi olmalı… Alanım olan siyasete gelirsek; ”Erdoğan isterse Montrö sözleşmesinden de çekilebilir “ bir türlü gelmek bilmeyen Biden telefonuna ve NATO’ya rağmen alınan S-400 ‘lerin yarattığı kötü havanın Batı’da izlerini silebilmek adına da bir mesajdı.
Kasıtlı İhmal Stratejisi dediğimiz ABD ‘nin bu tavrı elbette değişmek zorundadır ancak bir süre daha Amerika tarafından uzatılacağı açık.
Peki, neden Montrö ABD için önemli?
Bu konuda gelecek yazının detaylı ve örnekli konusu olsun diyelim. Ancak okuyacaklarınız bir kez daha herkesi ABD’nin stratejisine, dış politikamızın nasıl işletilemediğine ve emekli generallerin ne kadar haklı sebeplerle bu duyuruyu kaleme aldıklarına örnek olacak nitelikte olduğundan şüpheniz olmasın.