Bir resme ne kadar uzun bakılabilirse baktım, bir video kaydı defalarca ne kadar izlenebilirse izledim. Bir haber defalarca ne kadar okunabilirse okudum.
İnsan hayatlarının yalnızca birer rakam olarak ifade edildiği, gerçek bir korku filminin ilk fragmanını izler gibi belki. İzledik, takip ettik, isyan ettik İdlib şehitlerinden gelen görüntü ve haberleri.
Önce 9, sonra 22 ve sabah saatlerinde 33 kor ateş parçası düştü yüreğimize.
33 kurşun dedim; Ahmet Arif’in dizeleri dönüp durdu beynimin kıvrımlarında. Gencecik ve ne uğruna orda olduklarını bilmeyen evlatların da ağızlarında “gür memeler değil / domdom kurşunu “ doldurdular. Çünkü biz” Godot’u Beklerken ;“şehitler tepesi boş kalmayacak “ diye buyurmuştu birileri.
Çünkü daha kanla yuğulmuş ellerimizle “Emevi camii ’inde Cuma namazı kılacaktık.!”
Poli-tika…ve fakat hangisi? Yanlış olanı öldürdü elbet o ana kuzularını. Derken ilk tepki geldi ulu-yüce “ birkaç “ yöneticiden
Açın sınır kapılarını!
Sonra doldurdular savaşın, acının, açlığın ve karanlığın topraklarından göçen, kaçan ya da kovulan mültecileri otobüslere sınır kapılarına taşıdılar. Taşınabilenler toplu taşıma, daha fazla beklemeye sabrı kalmamış vatansız ve dâhil umutsuzlar yaya. Dayandılar Türkiye’den çıkış kapılarına. Geldik hep beraber sınıra ve dedik ki onlara ; “ sizleri buraya kadar getirdik, kapılardan geçemezseniz deniz yolunu deneyin.
Gitmekte özgürsünüz !”
Çünkü unutmuşlardı cesedi kıyılarımıza vuran Aylan bebeği… Çünkü unutulur acılar biner biner ölürken. Çünkü basittir siz tatmadıkça başkasının acısına uzaktan vah vahçı olmak.
Yıllar önce gözlerimle gördüm ben bu acıyı. Yezidilerin kovulduğu topraklardan dönerken çektikleri acıyı, tecavüz ve dahasını. Bir gecede nasıl vatansız, nasıl uykusuz kaldıklarını gördüm Irak’ta. Bebeğinin altını bağlamak için bir annenin fistanını yırtışını gördüm. Okuyanlar bilir Hakan Günday’ın Daha isimli romanını. İnsan kaçakçılığı yapan bir baba ve oğulun hikâyesini oğlunun gözünden anlatır. Tam da o süreçte gözyaşlarıyla okuduğum kitabın bir yerinde diyor ki Günday
“Nerden bilebilirdim o yarım kalmış çığlığın, kucağındaki bebeğin öldüğünü fark edince ağzı diğerleri tarafından can havliyle kapanmış bir annenin çığlığı olduğunu …”
Şimdi bütün haber bültenleri botlara balık istifi doldurulmuş mültecilerin “kaçış” görüntülerini veriyor. O botlar kıyıya vuracak, o botlar hepsine belki de mezar olacak. Bir annenin ağzından yarım kalmış bir çığlık daha duyulacak. Yine bir Aylan bebek fotoğrafı düşecek haber bültenlerine. Biz bunu daha önce de görmüştük diyecek birileri… Birileri bir yerlerde birasını yudumlayacak, birileri karısıyla sevişecek, birileri sevgilisi ile görüşecek. Birileri balkonuna ya da iş yerine bayrak asarken içeride Güldür Güldür Show izleyecek. Sonra mı? Sonra sizlere / bizlere şehit evlerini ziyarete giden paşaların “ya Allah, istiklal, Allahuekber !” açıklamaları izletilecek. Kimse şehit veren o evlerin asıl görkemine! Dikkat etmeyecek. Yıkık, kerpiç, virane… Çünkü ölmekte fakirliğin “fıtratında var “ !
Unutulacak elbet bu görüntüler, bu acılar, bu hisler… çünkü ünlü Rus yazar Dostoyevski’nin de dediği gibi “ Aşağılıktır insanoğlu ; her şeye alışır..”
Rus’a kızdınız mı …Peki Hakan Günday ile final yapayım o zaman yine Daha’dan..
“Diyor ya Aşık Veysel “ iki kapılı bir han” diye. Ondan cereyan yapıyor bu hayat! Onun için üşüyorum hep. Gideyim de kapatayım birini…”
Aylan …Aylan, kuzummm…üşüyor musun…Kapatayım mı kapıların birini….